Felsefi Açıdan Ütopya Nedir?
Felsefenin doğduğu özgür topraklarda ilk kez duyulan outopos (ütopya) tanımı, “var olmayan mükemmellik” anlamında kullanılmıştır. Bugün hala Yunan dilinde bu eski ifadeye rastlamak mümkündür. Var olmayan mükemmellik, yıllar boyu ideal formunu hem felsefi hem sanatsal alanlarda aramış, geçmişten günümüze, fikir yaratıcılarından felsefe profesörlerine, sanat felsefesi okurlarından sanatçılara dek uzanan uzun bir yolda tanımlarını kazanmıştır. Aslında geniş kapsamda ele alındığında ütopya nedir sorusunun yanıtını arayan Sokrates’in “estetik”i, ütopya nedir sorusunun yanıtını yarattığı ideal dünya ile veren Platon’un “idealar”ı ve daha pek çok filozofun ve bilim insanının doğruyu, iyiyi, güzeli ve ideal olanı tarif etmek için kullandığı ütopya terimi; günümüzde derin anlamını bir miktar kaybetmiştir. Öyle ki, artık yaşanması mümkün fakat yaşanması mümkün olamayacak denli güzel olan için de kullanılır hale gelmiştir. Bir yandan ise, Yunan filozofların kattığı anlamı yüzeyselleştiren aslında tarihin önlenemez akışıdır. Bu akış, ütopya teriminin kullanım alanını da geliştirmiş ve çeşitlendirmiştir.
Felsefede Ütopya Örnekleri Nelerdir?
Eski veya yeni, edebi veya sinematik pek çok ütopya örneğine rastlamak mümkündür. Edebi ütopyalar, daha çok bilinmekle beraber geçmişin izlerini daha fazla taşımaları sebebiyle ütopya olmaktan çıkmış, politik, ekonomik ve sosyolojik açılardan bazı toplumların metaforik anlatımlarla kaleme alınması haline gelmiştir. Bunlardan ilki bir korku ütopyası olan George Orwell’ın “1984” kitabıdır. Yazarın, 1949 yılının politik gelişmelerini baz alarak yarattığı distopik dünya, bir yandan var olanın eleştirisi diğer yandan var olanın bu çizgide ilerlemesi durumunda varacağı ütopik noktanın bir görüntüsüdür.
Bir diğer önemli, farklı ve istenilen ütopya türündeki örnek ise Thomas More’un “Ütopya” kitabıdır. Özel mülkiyet kavramını ortadan kaldıracak çeşitli yasalar, eşitliğin temel alındığı toplumsal uygulamalar ve ideal bir yaşam formunu tarif eden kitap en bilindik ütopya örnekleri arasında yer alır. Ursula K. Le Guin tarafından 1974 yılında kaleme alınan “Mülksüzler” ise, bu iki örneğe nazaran çok daha az bilinmesine karşın, ütopik düşüncenin her ayrıntıya sirayet ettiği en iyi ütopya örneklerinden birisidir. Biri mülkiyetin olmadığı diğeri mülkiyetin katı kurallarla korunduğu iki farklı gezegen arasında geçen bu ütopik kurgu, aslında More’un ideal dünyasının yaratılmadan hemen önceki fakat aslında en az beş yüz yıl sonraki hali gibidir. İdeal dünya formunu arayan, yaşanması istenilen ütopyaların neredeyse tamamı, özel mülkiyetin olmadığı, insanların eşit koşullarda yaşadığı, açlık veya yoksulluğun var olmadığı toplumlar yaratır. Böyle bir toplum, aslında sosyalist sisteme olabildiğince yakındır. Fakat yazarların, bu ideal toplumları fantastik öğelerle zenginleştirmiş olmaları sebebiyle -belki de- sosyalist devlet sistemi, mümkün olmasına rağmen ütopya olarak anılmaktadır.
Görsel ütopya örnekleri ise, fantastik bilim kurgu filmlerinin bir kısmında seyirciye ideal olanı göstermektedir. Yıldız Savaşları’nda Güzelliğin Gezegeni olarak tanımlanan Alderaan, ütopik bir dünyadır. Pek çok filme, kitaba konu olan Kayıp Kıta Atlantis, Kayıp Altın Şehir El Dorado, insanların muhteşem bir bolluk ve mutlulukla yaşadığı dünyalardır. Çok sevilen Hollywood filmlerinden birisi olan Avatar, Çin’in Hunan eyaletindeki Zhangjiajie Milli Parkı’nda yer alan, erozyonun yarattığı birkaç yüz fit uzunluğundaki sütunların doğal görünümlerini esas alınarak yaratılmış ütopik bir dünyadır. Bunlar ve daha pek çok ütopik düşüncenin ilham verdiği filmden söz etmek mümkündür. Ütopya nedir , tam anlamıyla tarif edemeseler de bu filmler görsel olarak ulaşılması imkansız ideal formları seyirciyle buluşturmaktadır.
Ütopik Düşünce Ne Demek?
Bir ideali yaratmak, kısa sürmese gerek… Öncesinde kurgulanmış milyonlarca ayrıntı, her varlığın ideal formunun tayin edilmesi ve bunların çeşitli kombinasyonlarla bir araya gelişlerinin idealize edilmesi gibi konular uzun yıllar alacak ütopik düşüncelerin sonucudur. Antik felsefik yaklaşımlar, felsefenin ve doğal olarak varlığın ideal formu üzerine çalışmalar yapmanın çok daha makul bir zemine oturduğu toplumlarda gelişmiştir. Fakat günümüzde felsefe, düşünce, estetik gibi kavramlar üzerine düşünmek yalnızca “entel” takımına mahsus olarak görülür. Oysa, çocukluktan bu yana, insanın karşılaştığı her durumda doğruyu seçmek için verdiği mücadele, aynı zamanda ideali arama savaşıdır ve ütopik düşüncenin kaynağı da tam olarak burasıdır. Felsefede ütopyanın ortaya çıkışı, nasıl ki en ideal olanı sorgulatmışsa, gündelik yaşamlarımızda da sık sık kullandığımız “herkes kendi kapısının önünü süpürse”, “hiç internet olmasa”, “herkes köylere yerleşip kendi ürününü üretse” gibi ekonomik veya toplumsal sorunlar karşısında sarf edilen bu cümleler, aslında ütopik düşüncenin ham maddeleridir. Bu fikirlerin geliştirilmiş, genişletilmiş ve derinleştirilmiş formları, felsefede ütopya teriminin karşılığını arayan çerçeveyi yaratmıştır.
Ütopya Türleri
Tüm ütopya örnekleri karşılaştırıldığında ortaya iki farklı tür çıktığı söylenebilir. İlki istenilen ütopyalar ikincisi ise istenmeyen ütopyalar. İstenilen ütopya, pek çok filme, besteye, kitaba konu olan ideal toplum, ideal yaşam formlarının belirlendiği ve herkesin yaşamayı isteyebileceği toplumsal düzenleri ifade eder. İstenmeyen ütopyalar ise, herkesin yaşamaktan kaçınacağı, korku dolu, adaletsiz toplumsal düzenleri tanımlamak için kullanılır. Bu türlerin içerisinde politik, ekonomik, dini, feminist ütopyalara veya korku ütopyalarına yer verilebilmektedir.