Şüpheci olacağım ve yer çekiminin gerçekten keşfedilip keşfedilmediğine ışık tutacağım. Bu konuyu merak ettiğim için akıl sağlığımdan şüphe edebilirsiniz. Bunun arkasında büyük bir gizem yatıyor gibi görünüyor! Gerçekte yer çekimini kim buldu? Başlayalım.
Isaac Newton’dan önce yer çekiminin var olduğunu sayabiliriz değil mi? 17. yüzyıla kadar dünyanın, yer çekimsiz olduğunu düşünmek delilik olurdu. Peki ya canlılar, güneş ve yıldızlardan önce yer çekimi yasası?
İnsanlık yokken, yer çekimi kimsenin zihninde canlanmıyordu. Uzayda yer çekimi yoktu. Çünkü uzayda, boşluk yoktu. Kendine ait kütlesi ve enerjisi olan cisimler öylesine havada mı uçuyordu?
Nesneler neden böyle davransın ki?
Herkes Newton’un elma ağacının altındayken, düşen elma ile yer çekimini bulma efsanesini biliyordur. Gerçekte Newton yer çekimi ile nasıl tanıştı? Keşif mi, icat mı yoksa uydurma mı?
Aslında hikaye Galileo’nun kimsenin sormadığı “o” soruyu sorması ile başlıyor. “Nesneleri hareket ettiren nedir?”
Galileo, düz bir çizgi üzerinde hareket eden nesnelerin, kendi haline bırakılırsa sonsuza kadar bu hızda devam edeceğini savunuyordu. Ona göre; eğer bir cisim hareket ediyorsa, sonsuza kadar hareketini sürdürürdü. Eğer hareket etmiyorsa, sonsuza kadar hareketsiz kalırdı. İyi de nesneler, neden böyle davransın ki?
İnsanlık, Galileo’nun bu eylemsizlik ilkesini sorgusuz sualsiz kabul etmişti. Aslında, tüm gizem burada yatıyordu.
Çılgın dâhiler : Aristoteles, Descartes ve Newton!
İnsanoğlunun en büyük dâhilerinden biri olan Newton, Galileo’nun bu felsefi yaklaşımını genişletti. Newton, eylemsizlikten kurtulmanın tek yolunun, bir itme veya çekme kuvveti olduğunu söyledi. Newton’a göre bir cismin hareket hızını ve yönünü değiştirebilecek olan şey buydu. Gezegenlerin hareketlerinde de savunduğu kanının geçerli olup olmadığını merak ediyordu.
“Madde” kavramını felsefe ve bilime kazandıran Aristoteles, nesnelerin doğasında yeryüzüne çekilmenin olduğunu ortaya attı.
Bir nesneye, hareket yönünde kuvvet uygulanırsa, nesne hızlanır. Bunun tam tersi de geçerlidir. Eğer kuvvet, farklı bir açıdan geliyorsa, nesnenin hareket yönünü değiştirir.
Samanyolu galaksisi gezegenlerinin hareketine dönecek olursak, Newton aynı teorisini, gezegenler üstünde uyguladı. Güneş etrafında dönen gezegenler, güneşin merkezine doğru çekiliyordu. Bu çekim, bir tür kuvvete sahip olmalıydı. Peki güneş ile alakası olmayan, güneşten milyarlarca kilometre uzakta olan bir gezegeni çeken kuvvet ne olabilirdi?
Aslında bu, Descartes’in benimsediği mekanik felsefeye çok uzak bir yaklaşımdı. Mekanik felsefe, bir nesnenin başka bir hareketli nesne ile temasa girmeden, hareket ettirilemeyeceği bir görüştür. Bu düşünceye göre, evrendeki her değişimin mekanik bir nedeni olmalıydı. Materyalizm olarak da bilinen bu felsefe, Descartes’in zihin ve beden ikiliği gibi bir paradigma olmuştur.
Newton, güneşin etrafındaki gezegenleri hiçbir temas olmadan çektiğini kanıtladı. Bununla birlikte materyalizm büyük bir darbe aldı.
Yer çekimi yasası, Newton hayal kurana kadar, zihinlerimizde yoktu. Çünkü kendisi de İngiliz düşünür Richard Bentley ile arasındaki yazışmada, yer çekimi fikrinden dolayı bir dönem utandığını itiraf ediyordu. Bir cismin, temas olmadan diğer cismi etkilemesi düşünülemez diye ekliyordu. Felsefi konularda düşünme yetisi olan herhangi birinin bunu hayal bile edemeyeceğini söylüyordu.
Fakat Merkür’ün yörüngesindeki bozulmalar ve gezegenlerin tuhaf yörünge hareketleri fizikçileri şaşırtmaya başladı. Böyle bir şey yaşandığında, genellikle bilim insanları teoriyi değiştirir, reddeder veya yeniden tasarlar. Einstein ise fizikte çığır açacak bir yolu seçmişti.
Yer çekimi out Einstein in!
Einstein, yer çekimi kuvvetinin varlığını sorguladı ve yer çekiminin dikkate alınmadığı bir evren tasarladı. Bunun tek bir açıklaması vardı. Fizikte devrim!
Einstein, Newton’un yasalarına göre daha tuhaf bir teori ile geldi. İşte bu, genel görelilik teorisiydi. Yer çekiminin bir kuvvet olmadığını öne sürüyordu. Yer çekimini; uzunluk, yükseklik ve genişlik olmak üzere üç boyut ve dördüncü boyut olarak ele aldığı zamanın, büyük nesnelerin karşısında uzay-zaman bükülmesi sonucunda olduğunu öne sürüyordu.
Sonuç
Yani Einstein, şunu açıklamak istiyordu. Elma, ağaçtan yere düşüyorsa, neden ay ve güneş dünyanın üzerine düşmüyordu? Einstein’ın bu teorisi, kara delikleri ve evrenin genişlemesini bile öngörmüştü.
Tüm bunlar bize, bilimin bilinenden bilinmeyene nasıl ilerlediğine dair bir mesaj veriyor olabilir.